18 Mayıs 2009 Pazartesi

LAEKEN KRALİYET SERASI






























































































Evim her nekadar beton binaların arasında olsa ve günüm 1 metro durağı mesafede geçse de,Brüksel aslında çok yeşil bir kent.Hani gitmesem de görmesem de derler ya,benimki de o hesap.Ama fırsat buldukça yeşilin yanına gitmeyi seviyorum. Kent içinde de alışık olmadığımız genişlikte parklar var. Hani bizde olsa, Karadenizli müteahhitlerin çok katlı alışveriş merkezleri inşaa edecekleri alanlar ,sadece yürüyüşe,bisiklete ve sükunetle oturmaya ayırılmış. Garip gözümüz alışmamış.Tabi en önemlisi şehrin etrafındaki yeşil alanlar.Ciddi genişlikte orman ve büyük doğal parklar var.Ama diyorum ya,ömrüm evimin sokağı ile Komisyonun çirkin çelik binasına bakarak geçiyor.
KRALİYET SERASI
Diyorum ya geçtiğimiz haftalarda bizimkiler buradayken turist ruhum geri geldi diye. İlanlara bakarken Brüksel'de kraliyet serasının kapılarını açacağını okudum. Yıl boyu ziyarete kapalı olan bu alan meğer yılda sadece 2 hafta açılıyormuş.Biz de annemle fırsatı kaçırmadık.Önce metro ardından tramvayla elimizle koymuş gibi bulduk adresi.Ama o da neydi? Saat öğlen bile olmamıştı ama etraftaki kalabalık anlaşılır gibi değildi. '' Yoksa Brüksel'in yarısı çiçek bakmaya mı gelmişti?? '' :))) Önce espri yapıp dalga geçtik ama sonra 1 saat kuyrukta içeri girmek için beklediğimizde bu gözlemin hiç de yanlış olmayacağına şaştık kaldık.İnsanlar akın akın serayı görmeye geliyordu. Yetişkinler için 2 buçuk avro olan giriş ücreti 18 yaşın altındakiler içinse bedavaydı.Bekledikçe ,bu kez '' Nedir bu derece ilginç olan ?''demeye başladık.İnsanları üşenmeden Pazar sabahı buraya getiren neydi?
CENNET PARKURU
Bir saatin sonunda kapıya ulaştığımızda bizi devasa demir kafesten bir Art Nouveau yapı karşıladı. İçeriye girmemizle çiçeklerin mis kokusu burnumuza çarptı. Adeta cam bir fanusun içinde bir cennet parkurunda ilerledik. Daha önce çekim için birkaç kez sera ,arberatum ve botanik bahçesinde bulundum ama hiç bu kadar büyük bir yer görmemiştim. Yaklaşık 1 saat envai renkte çiçeklerin,bitkilerin bulunduğu koridorların ve meydanların arasından geçtik. Sonra yol bizi dışarıya çıkardığında bu kez uçsuz bucaksız bir yeşil alan önümüzde uzanıyordu. Hani Jane Eyre romanlarında Bay Darcy'nin atıyla az sonra köşeden geleceği bir ortam.Parkın hemen ilerisinde Japon Pavilyonu seçiliyordu. Çin Pavilyonu da varmış ama rotamız üzerinde değildi.Sonradan okuduğum kadarıyla bahçenin belli noktalarına farklı kültürlere ait pavilyonlar inşaa edilmiş. Kimin zamanında mı; yine malum şahıs Kral 2. Leopold'un elbette. Para Afrika'dan gelince , kenti devasa eserlerle baştan inşaa etmiş anlaşılan. Neyse,gözlerimiz yeşile,ciğerlerimiz oksijene doyduktan sonra gerisin geri seraya girip dönüş yolunu takip ettik. Yine farklı ağaçların, kokulu çiçeklerin arasından 1 saat dolaşıp dışarıya çıktık. Turumuz bittiğinde gerçekten ayaklarımızın üzerine basamıyorduk. Olsun,ruhumuz yıkanmış ,içimiz açılmıştı. Daha ne olsun.

2 yorum:

Şengül Samancı dedi ki...

Yaw okurken burnuma çiçek kokuları geldi, gelecek yıl ki 2 haftalık zamanda annemi alıp gelicem neredeyse yani... Güzel olmuş böyle bir denk gelme...

Adsız dedi ki...

VALLA İYİ!!!!
Giden var gidemeyen var!!!
Anasını babasını bacısını götüremeyen var!!!
Pazardır, çiçektir, müzedir, kaledir, gezdiremeyen var :):):)

Özden vardar'a selamlar :)

O hatırlamaz :)