17 Mayıs 2009 Pazar

AFRİKA MUZESİ







































Yolculuğumuz yağmurlu bir günde başladı. Ailem gelince; ben de üzerimdeki ölü toprağından biraz olsun sıyrılıp orjinalime döndüm.Bu kentte neredeyse ilk kez turist olarak baktım.Klasik turistik rotanın dışında ne görebiliriz diye araştırırken karşıma Afrika Müzesi çıktı.Koloni geçmişi oldukça karanlık olan Belçika ; Afrika coğrafyasına ait izleri müzeye taşımış.Oldukça ilginç geldi.Aile meclisine sunuldu.Özetle bizim rota belirlenmişti..
TARİHTE YOLCULUK
Bu yazıyı neredeyse bir ay gecikmiş olarak yzaıyorum.Ancak blogta tam yerini buldu inanın.Tervuren Caddesini okudunuz.İşte bu müzenin güzergahı da Tervuren'den başlayıp yoğun bir orman kenarından devam edip sizi muhteşem bir mimari yapıya ulaştırıyor.Gelin öğrendiklerimi anlatmaya çalışayım.
Hani Tervuren'in geniş caddesine görkemli görünüşüne taktım ya,fırsat buldukça neden şu anda gereken ilgiyi görmediğini sorgulayıp duruyorum. Biraz biraz kavramaya başladım.Bunu kıt bilgimle anlatabilmek için biraz tarihten,biraz Kral 2. Leopold'dan bahsetmek gerekiyor.
19.YÜZYIL SONU VE KRAL 2.LEOPOLD'UN İŞTAHI
Efendim Avrupa'da ilk sanayi devrimi Belçika'da hayat buluyor.Kömür ve demir rezervlerinin çokluğu demir çelik endüstrisinde müthiş bir gelişme sağlıyor.Hatta ilk demiryolu Brüksel ile Mechelen arasına döşeniyor.(maalesef aynı Mechelen 2. dünya savaşında yüzbinlerce Yahudinin Auschwitz kampına gönderildiği istasyon oluyor) Brüksel'de ekonomik patlama yaşanıyor ancak tarımdan uzaklaşıp fabrika ve madenlerde çalışan pekçok kesimin iş koşulları ,uzun çalışma saatleri ve düşük ücretleri uçurumlar yaratıyor. İşte hükümet bu noktada yeni iş olanakları ,yeni pazar arayışına giriyor.Ve Belçika'nın karanlık sömürge tarihi de başlamış oluyor. Kral 2. Leopold
1885 yılında Afrika'da Kongo'yu sahipleniyor.1908 yılında Belçika devleti kralın mülki haklarını feshedene kadar 10 milyonun üzerinde Afrikalı açlık,aşırı çalışma ve Leopold'un kauçuk ihtiyacı peşinde öldürülüyor. Kauçuk 1890 ların sonunda icat edilen araba lastikleri için kullanılıyor. İşte bu uğurda erkekler kauçuk kotalarını tamamlasın diye,kadın ve çocuklar rehin tutuluyor.O dönemdeki İngiliz gazetelerini gördüm. Kesik ellerle poz veren,kolları kesilmiş Afrikalıların resimleri var. (hoş yakın tarihte Ruanda'yı hatırlayalım.benzer görüntüler geri geliyor)Ancak ne acıdır ki,aynı dönemde 2.Leopold ,köle ticaretine karşı olduğunu gösteren beyanlar veriyor.Kongoda halen kaç kişinin öldüğü tam olarak bilinmiyor,çünkü 2.Leopold'un emriyle arşivler yakılıyor.Fakat gelgelelim,Afrika'dan gelen ganimet Brüksel'in güzelleşmesine yarıyor..Bir coğrafyadaki barbarlık, bir diğer coğrafyada görkemli eserler,parklar caddelerin yapımına yol açıyor.Ne ironik.
ARCADE DU CINQUANTENAIRE VE TERVUREN CADDESI
Efendim,evimi avrupa Birliği kurumları ve ofisimle ayıran geniş bir park ve müthiş görkemli bir kapı var.İsmi Arcade du Cınquantenaire (50.yıl arkı) Üzerinde dev bronz dökme heykelleri ile şehrin alameti farikalarından. İşte zaten tam önünden de geniş Tervuren Caddesi uzanıyor. Meğer bu anıt işte 1880 yılında 2.Leopold tarafından yaptırılmış. Yani yanlış anlamıyorsam benim yaşadığım bu semt ve o bayıldığım cadde bir dönemin ihtişamını gösterirken,diğer yandan sömürgenin boyutlarını da ortaya koyuyor.
TRAMVAY İLE MÜZEYE DOĞRU
Gelelim gezimize..Rehber kitabım müzeye gitmek için en iyi yolun Tervuren Caddesi üzerinden 44 numaralı tramvaya binmek olduğunu söylüyordu. Biz de ailece öyle yaptık. Hoş ilk etapta yanlış noktada beklemişiz ama iyiliksever bir tramvay şöförü bizi uyardı.Neyse gezinin önemli ayrıntısı bu 44 numaralı tramvayın tarihi bir güzergahtan müzeye ulaşması. Kentten hafif uzaklaşan tramvay Forèt des Soignes ormanı kenarından ;ağaçların arasından gidiyor. İnanın öyle yeşil öyle güzeldi ki,albümden görmeniz için birkaç fotoğraf ekledim. yaklaşık 20 dakika süren çok güzel bir yolculuktan sonra müze durağında indik.
AFRİKA MÜZESİ
Çok kısa bir yürüyüşün ardından muhteşem bahçesi ve olağanüstü görkemiyle Koninklijk Museum voor Midden-Afrika yani afrika Müzesi bizi karşıladı. Yağmur yağıyordu ama bahçedeki ahşap filler bizi bu havada bile çok etkiledi.Öğrendiğim kadarıyla müzenin kendisi kadar bahçesi de haftasonları Brüksellilerin uğrak yeriymiş.İçeride ise Afrikanın söküp getirilen kültürü bizi bekliyordu. Tabi müzeyi 100 yıl öncesinde değerlendirmek gerekiyor. Tamamen yabancı bir kültür ve coğrafyada farklı olan ne varsa taşımışlar. O nedenle pekçok doldurulmuş hayvan, böcek ve bitki örnekleri tek tek camekanlarda sıralanmış. tabi bunun yanısıra Kongoda yaşamdan izler,kullandıkları eşyalar ve 22 metre boyunda yekpare kanoyu görmek de mümkün. Müzede tek görülmeyen sömürgenin karanlık tarihi.Sanki hiç yaşanmamışcasına ,üstü örtülmüş.Yansıtılmamış. Gezinin en hoş bölümü ise sonunda. tüm yorgunluğunuzu gidermek için müzenin kafetaryasında soğuk Afrika biraları içip ;dilerseniz Afrika menüsünden karnınızı doyuruyorsunuz.Biz birayı tercih ettik. Üç çeşit bira satılıyordu. Palmiye çekirdeği birası,muz ve hindistan cevizi birası.Biz palmiye çekirdeğinden içtik. Gerçekten güzeldi.

1 yorum:

Şengül Samancı dedi ki...

Annenlerin gelmesi gerçekten harika oldu değil mi? "Gezgin Didem Ruhu" geri geldi, hoş geldi...