16 Eylül 2008 Salı

STRAZBURGA DOGRU











Cuma sabahı uçakla Strazburga gittik.Yaklaşık 1 ay önce benden istenen bir röportaj vardı.Haber bekliyordum;şansıma en yoğun haftaya denk geldi.Cuma gidip uçak olmadığı için Cumartesi öğlen trenle döndük.Ankara'dan İstanbula gelir gibi Strazburgdan binip 5 saat sonra Brüksel'de indik. Ben uzuuun pasaport kuyrukları ve kontrollere alışık biri olarak halen Shengen rahatlığını algılayamıyorum.
HAVAALANI
Ancaaak benim başıma bir ilginçlik gelmeden olur mu olmaaz..En rahat en kolay geçişte bile mutlaka bir şey beni bulacak. Nitekim buldu. Efendim zaten 1 günlüğüne gidiyoruz. Sırf uçak olmadığı için otelde 1 akşam kalmak durumundayız. ben de sadece bir sırt çantası ve laptop var o kadar. X ray cihazına koydum eşyaları.. Laptop cihazdan çıktı ; benim sırt çantası gelmiyor.. Kenara köşeye mi sıkıştı diyorum..Sonra adam görevli kadını çağırdı.. Bana dönüp - bu çanta sizin mi ?dediler. Evet dedim ama içimden de acaba ne olabilir ki diyorum.Sadece içinde eşofman takımlarım var. Derken ön fermuarı açmam istendi. Oradan Dove deodorantım ve yüz temizleme jelim çıktı. Sonra ne mi oldu?? -Bunlar dedi,bunlar... bakıyorum kadının suratına.. Uçağa 100 ml fazla kozmetik alamazsınız. Bunlar 125 ml.!!! Nasıl? süper değil mi? Aklımın ucundan geçmemişti çantama koyarken.Fazla düşünmeme gerek yoktu.. Alın dedim,alın onları ;atın..Ne yapayım..
11 Eylül tedbirleri sonrası defalarca ve defalarca havaalanlarından geçtim. kimi zaman makyaj malzemelerim özel plastik poşetlere kondu ama deodorantı hiç kaptırmamıştım.. o da oldu.. Sonra ne düşündüm..Ondan bundan aldıkları bu deodorant kremler falan ne oluyor? Zabıt falan tuttukları da yok.. Valla müthiş hazine..
SELESTAT
Strazburga yolculuk 1 saat sürdü.Asıl gideceğimiz yer Strazburga 30 dakika mesafedeki Selastat şehriydi. Çok eziyet çekmemek için hemen garın karşısındaki İbis otelinden yer ayırtmıştım. Eşyaları bırakıp önce Konsolosluğa oradan da ilk trenle Selestata gittik. 3 saat içinde röportajı bitirip trenle geri döndük. Herşey planlandığı gibi gitti.Akşam 19.30 gibi Strazburgdaydık.
STRAZBURG
Kameraman arkadaş Yücel zaten konuşmayı pek sevmeyen biri. Günün yorgunluğu da eklenince otele gelir gelmez o dinlenmeye gitti. pekiii ben ne yapacaktım? 2 seçenek vardı. Ya haftanın yorgunluğunu biraz olsun çıkarmak için oturacaktım; ya da yorgunluğa rağmen kendim için zaman yaratıp biraz hava alacaktım. Hemen yüzümü yıkayıp kendimi dışarı attım. Haritadan gördüğüm kadarıyla Strazburg kenti nehirlerle çizilmiş içiçe 2 yuvarlak halkaya benziyordu. Mantıken çok uzaklaşmazsam ve sokak aralarına fazla dalmazsam; kaybolmam imkansızdı. En nihayetinde dönüp dolaşıp bulunduğum noktaya geri gelecektim. Hava kararırken başladım yürümeye.Suratıma rüzgar çarptıkça kendime geldim.İlk intibam Strazburgun gayet karakteristik ve küçük bir yer olduğu. Senelerdir Avrupa Konseyi haberlerinde dinledikçe ben çok daha betonarme ve trafik keşmekeşi içinde bir yer bekliyordum. Nasıl benzetsem; Safranbolu gibi bir yer düşünün.. Binaları aynen koruyun ancak toplu taşım araçlarını en modern sistemle donatın. Trafiği minimuma indirin.270 bin nüfus koyun. Sanırım ancak ifade ederim.
GECENİN ŞAŞKINLIĞI
Yürürken halimi düşündüm.Yangından mal kaçırırcasına kendim için zaman yaratma çabamı gözlemledim.Aylardır bu koşturma içinde ruhumu biraz olsun şımartmak gayretime baktım; içime baktım. Biliyordum ki yeni yerler görmek en büyük ilacım.O nedenle havaya rağmen yürümeye devam ettim. Strazburgda tarihi alçak binaların bulunduğu caddelerde en meşhur markaların dükkanları sıralanıyor.La Fayette diye birkaç katlı bir alışveriş mağazası kapanmak üzereydi; son 15 dakikasında şöyle bir girip gezdim..Sonra kalabalıkları takip ederek bir sokak aralığına geldim. Sanki kibrit kutularından yapılmış evleri büyütüp Güliver devler ülkesinde düşünün. Hepsinin altına sandalyeleri sokağa taşan minik restoranlar koyun ve bir de yağmur yağsın..İnsanlar şemsiyelerin altında sokakta yemek yiyor..Sessizlik hakim;müzik yok gürültü yok.. Sadece şemsiyelere düşen yağmurun sesi..Öyle dingindi ki..Biraz daha bakayım derken cidden ıslanmaya başladım...İlk gördüğüm hediyelik eşyacıdan 1o ytl ye bir şemsiye kapıp yola devam.Karanlık basınca bu kez çatılardan en yüksek kiliseyi seçip meydana ulaştım.Bir anda karşıma çıkan Gotik yapıdaki kilise ;insanın tüylerini ürperten devasa bir yapıtdı.Öylesine küçük bir meydanda bir anda karşınıza çıkıyor ki ;kavramakta zorlanıyor insan..Benzetmem gerekirse Prag'daki katedral gibi..Daracık alanda devasa bir uzun yapı.Çok güzel detaylar vardı üzerinde çok.. Ve gece çökerken öyle ihtişamlı ürkütücü ve büyüleyici görünüyordu ki.. Sessiz meydanda dakikalarca seyrettim.Sanki birden kapı açılacak ve kendimi keşişlerin gizli şifrelerin sır dolu dehlizlerin içinde bulacakmışım gibi..Bir o kadar da binaların içindeydi ki ;insana ürkme hissi vermiyordu.Otele gittiğimde merakıma yenilip internete baktım. Efendim ben etkilenmişim kaç yazar... meğer orası Avrupa'nın en görkemli Gotik yapılarından Strasbourg katedraliymiş...Ertesi gün tren öğlen kalkıyordu.Benim içinse sabah erkenden rotam belli olmuştu..

2 yorum:

Adsız dedi ki...

HeyOOO!!!! Yazıta hasret gelmiş...
efendim bide yazıya hasret kaldık ama neyse Strazburk ile yaıya başlamanızdan dolayı sizi affediyorum efem!!!
:) Çünki orada 2 gece 1 gün kalsamda PKKlılar arasında taksi arasam da gerçek Evropanın havasını aldığım ilk yerdir. Kafeleri binaları petistrazburku falanı filanı "AH!EVROPA AH!"
Lütfen kızmayınaz çünki demiştim

10 Eylül 2008 Çarşamba 09:50'de

"ama yeter kardeşim bu nedir?
sen oraya çalışmaya mı gittin bilgi ve kültürünü bize aktarmaya mı?

Yazı bekliyoruz efendim yazı..." demiştim...

lütfen bizi yazısız merakta bırakmayınız...
[ajanstan majanstan yazarız haberleri sen yoğunluğunu blog'a ver ;)]

Adsız dedi ki...

yaa bu ne?!! sabahın 7:00'ında kalkar kalkmaz klavyeye sıkı basamama yandaki "harfe" basma bidaa metni okumadan yollamayacağım, okuyup da metni anlayana aşkolsun herkese özür borcum olsun...