31 Ağustos 2008 Pazar

ATOMIUM..BRUKSELIN SIMGESI 50 YASINDA






















.......................................................................................................................................................................................................................................Bundan yaklasik 6 ay önce İzmir Expo 2015 adaylığı için haberler yaparken öğrenmiştim..Dünyanın birçok ülkesinde alamet-i farika olan pekçok mimari yapı ve pekçok sanat eseri aslında Expo fuarları için yaratılmışlardı..Bunların başında 1898 yılında yapılan Eiffel kulesi geliyor;1937 Paris expo fuarı için sipariş edilen Picasso'nun Guernica tablosu ve tabi Brüksel'deki 1958 exposunda kurulan ''barış için demokrasi'' temalı Atomium..Bu yazıyı okuduktan altı ay sonra Brüksel'de Atomium'un bizzat içini göreceğimi tahmin etmiyordum..Atom hızı buna denir,hem de çift çekirdekli.. (haha)
ATOMIUM ZİYARETİ
Efendim;geldiğimden bu yana en sıcak haftasonunu yaşayınca kendimi sokağa attım.Başlangıç için en iyisi en tanınmış eserlerdir diyerek Atomium'a dogru yola çıktım.Bulunduğum yerden yaklaşık 20 dakikalık bir metro seyahatinin ardından Heysen durağında indim.Zaten gün ışığına çıktığınızda sizi ufukta devasa bir yapı karşılıyor. İsmi Atomium. Demir atomlarinin en kucuk hücre yapisinin 165 milyar kere büyültülmüs hali.Toplam yüksekliği tam 103 metre..Yapılış nedeni ise 2.dünya savaşının hemen ardından barış için demokrasi..Atom bombasıyla sonlandırılan bir savaşın ardından atomun bilim;teknoloji ve barış için kullanılması
umudunu taşıyan bir dev yapı..
GEZI BAŞLIYOR
1958 yılında mimar Andre Waterkeyn tarafından tasarlanıp 2 yılda tamamlanan dev yapıya girmek için yaklaşık yarım saat kuyrukta bekledim.Meğer en üst kata sadece tek bir asansörle çıkılıyormuş. O dönemde bu yüzyılın en hızlı asansörüymüş.Markası meşhur filmin kahramanı Schindler. Asansörün hızı bu dönemde artık yalan olmuş ama en ilginç özelliği çıkarken yukarı baktığınızda füzeyle uzaya fırlatılıyormuşsunuz hissi vermesi..Gerçekten çok zekice..Efendim en üst kat bir panoramik alan..Brükseli her köşesinden gördüğünüz bu alanın hemen altında (Mini Avrupa)ve stadyumu seçebiliyorsunuz.Burada önemli olan Expo fuarlarının nasıl bir şehrin tüm fiziki altyapısını değiştirdiğini ve kültürel imajına katkıda bulunduğunu görmek...50 yıl önce Atomiumu tam 40 milyon insan gezmiş..İnsanlığın geleceğe dair olan umudunu, hayallerini ve teknolojiye dair iyimserliğini simgeleyen yapı 50 yıl sonra da gezilmeye devam ediyor
EXPO 1958
Bunca zahmet sonucu çıktığınız en üst kattan yine aynı sürede bu kez aşağıya iniyorsunuz.Meğer asıl gezi bundan sonra başlıyormuş..Dilerseniz yürüyen merdiven ve basamaklarla atom çekirdeklerinin içinde geziyorsunuz...Her katta bundan 50 yıl önce düzenlenen Expo ticaret fuarının kuruluş hikayesi ;belgeleri ve görsel dökümanları sunuluyor..Aklımda kalanları paylaşayım..
50 YILLIK DEMOKRASİ ANITI
Brükseldeki Expo fuarının en önemli özelliği 2.dünya savaşının hemen ardından Soğuk savaşın rüzgarlarının estiği günlerde birbiriyle itilaflı pekçok ülkeyi yanyana stantlarda buluşturması. Amerikan pavyonunun geniş fıskıyeli havuzu ve şatafatının yanında Rus pavyonunun mesafeli mimarisi ama aynı zamanda Sputnik'in tanıtımı dikkat çekiyor. Almanya savaşın hemen ardından fuara katılmak konusunda çekince yaşıyor. Ve bir Alman mimar tarafından''mütevazilik''esas alınarak bir pavyon yapılıyor.Philips ;Mercedes gibi teknoloji devleri pavyonlarında da mimari farklılıklar yaratıyorlar.Expo 1958 bilimin gücünü ve teknolojiyi insanlık barışı için önplana çıkarmayı hedefliyor.Danimarka pavyonundaki dalga simülatörü çok ilgi çekmiş mesela..Fuarın hazırlıklarında bayan hostesler kullanılıyor..Birkaç dil bilen ve şehrin her noktasına yerleştirilen yer hostesleri fuarın sembolü oluyor ve konukların sorunlarını çözüyor.Fuarın çevresinde teleferikler kuruluyor ve özel ışıklandırma yapılıyor.Fuarın faulleri de yok mu var elbet.. Barış adına demokrasi nutukları atılırken o dönem Belçika sömürgesi Kongodan getirilen yerliler ve çadırlarının bahçede sergilenmesi ;bu ülkenin 50 yıl önceki halini yansıtması açısından dikkat çekici
ZAMAN TÜNELİ
Tüm bu detayları görmek için kürelerarası yolculuk yapıyorsunuz.Bir küreden diğerine geçerken merdivenin dikliği kimi zaman 80 dereceyi buluyor..Çelik bir denizaltının içinde gibi hissediyor insan. Ama bana daha çok Jetgiller çizgifilmini hatırlattı !!! Hani 1950 lerde uzay çağını yaşıyorlardı ya. Biraz aynı hesap..Bir an pencereden kafasında bigudileriyle Judyi uçan dairede göreceğim sandım :) Özetle bu zaman tünelindeki seyahatten mutlu oldum. Expo fuarlarının bir şehire neler katabileceğini yakından gördüm.Ve umdum ki ileride bir gün bizim ülkemizde de yapılır.Sonra düşündüm; acaba biz olsak tarihe iz bırakacak nasıl bir anıt yaparız acaba??
(meraklılar için eski görüntüler:http://blog.atomium.be/page/1958-Online.aspx )

30 Ağustos 2008 Cumartesi

RESIMLER GELDIIII....







Berrin ;Meryem(Berrin'in ablasının kızı) ve bendeniz Verviers'de.(istek üzerine detayları ekledim hemen..)

28 Ağustos 2008 Perşembe

MİNİK HALHAL

Sabah hoş bir selamlaşma oldu hemen paylaşayım..Çalıştığım basın merkezinin güvenlik girişli..İlk kapıyı açtığınızda posta kutularının bulunduğu bir alan sizi karşılıyor..Oradan posta kutusundan gazeteleri ve mektupları alıp bu sefer güvenlik girişine geliniyor.Burada iki kapı ve iki ihtimal var.Ziyaretçiler sağdaki ağır kapıyı açıp güvenlik yetkilisinin önüne çıkıyor.Bina çalışanları ise kendilerine verilen kartı cihaza okutup soldaki ağır kapıdan içeri giriyor..Her ne kadar soldaki kapının üzerinde''kesinlikle kartı olmayanların içeri girmenize izin vermeyin''yazsa da ;bina gazetecilerle dolu olunca ;herkes bir diğerinin kapıyı açmasını bekliyor.Sonra hızlı bir telaşla 3-5 kişi kapıdan ardarda geçmek için sıraya giriyor.Aslında sadece üşengeçlikten ; çünkü her ihtimalde güvenlikçinin önünden geçerken size uzuuun bir 'bonjooouuuur'' diyor.
JAPON GAZETECI
bu sabah posta kutusunu açarken yanımda bembeyaz saçlı bir Japon kadın belirdi.Tam yanımdaki posta kutusunu açtı ve içindekileri yanında getirdiği pazar çantasının içine attı. Sanki semt pazarından yeni gelmiş de ;apartmanına giriyor edasında bir kadın..benim de zaten bu koca çantası dikkatimi çekti. Yoksa daha kahvemi içmediğim için uykumu almamıştım..Neyse bende onunki gibi pazar çantası da olmayınca ;gazeteler mektuplar elimde birikti..Baktım kapıyı açıyor..Hooop ''ben deeee '' diye seslenip ;arkasından içeri.. Ancak çantamı açıp kartımı bulma zahmetinden beni kurtardığı için;ben de onun pazar çantasına yol verdim (haha) Neyse efendim böyle karşılıklı kibarlıklar devam etti. birimiz asansöre girmek için yer verince diğerimiz kat düğmesine basan oldu.. Japonlar kibar insanlar,her hareketinizde teşekkür edip başını hafifçe öne eğiyor..Siz de mahçup olup;içinizden bir kibarlık daha yapasınız geliyor (haha) Tam bizim kata geldik ve ben hazırlanmışım teşekkür edip ineceğim.. Birden ayağimdaki halhalı gösterip
'' Ne güzel '' dedi.
HALHAL
Ben de ayaklarıma baktım..Aslında bu bir çift gümüş halhal benim için yazın gelmesine işarettir.Hani nasıl İstanbul'da erguvanlar açtığında baharın işareti ise;benim de halhalım ayağıma takıldığında yaz gelir..Dolayısıyla yaz bana doğal olarak İstanbul'da gelmişti.Burada her ne kadar 18 derecede yaşasam da ;fikren Ağustos aynının halen yaz olduğuna inancımdan ayağımdan çıkarmıyorum..Gösterdiği bir çift gümüş halhalı yıllar önce Singapurda yaşayan Hintli arkadaşım Ranitha getirmişti. Bir an Japon kadına dönüp '' Hindistan'' dedim..Bunlar ''Hindistan'dan..'' Tekrar beğenisini gösterip ''çok güzeller''dedi..
BİR KÜLTÜR HALKASI
Sonra odaya yürürken düşündüm..İyi niyetle diyalog kurmak istendiğinde o kadar çok neden bulunuyor ki..Hatta fizanda olsa bulunur derler ya;bizimki de Hindistan'dan bulundu.. Japonya'dan İstanbula'a bizi bir ufak halhal bağladı işte..Kendime kahve koyarken ayağımdaki minik kültür halkalarına bir kez daha baktım..

23 Ağustos 2008 Cumartesi

MICROWAVE YASAMLAR

Bu sehre geleli bir ay olmasına ragmen kaldığım dairedeki ocağı ilk kez bugün çalıştırdım..O da yeni aldığım çaydanlıkta su kaynatmak için..Yok hergece dışarıda da yemiyorum.Geldiğim günden beri bir iki sefer dışında neredeyse hep dairede yiyorum...Nedeni ise;halen hafif şüpheyle yaklaştığım malumunuz cihaz;mikrofırın..İster ısıtıyorsun;ister pişiriyorsun..Dakikalar içinde yemek sofrada..Şimdi pekçoğunuzun aman ne sağlıksız,aman kansorejen ışınlardan uzak dur;ne kadar lezzetsiz dediğini duyar gibiyim..Bu bir sağlık yazısı olmayacak..Sadece birkaç gözlemimi paylaşacağım..
YASAMIN CABUKLUGU YEMEGİN LEZZETİNİ ALIYOR
Herhangi bir markete gittiğinizde öncelikle sebze reyonunun fakirliği dikkatinizi çekiyor..Evet kabak ;patlıcan;fasulyeyi görüyorsunuz ama kasalardan yerlere dökülmüyor..Birçoğu ikili üçlü posetlerde donuk bir görüntüyle size bakıyor..Meyve reyonları daha alıştığımız gibi..Kirazları seçmek ya da limonu olmuş mu diye yoklamak ayrı bir zevk..Biz Akdenizliyiz..Yiyeceklerle aramıza başka birsey girsin istemeyiz..Gözümüze zengin görünsün diye etler tavuklar kiloyla satılır..Burada poşetlerde.. Salam ve sosisler için sokaklarda ayrı şarküteri dükkanları var. Marketlerdekiler ise yine poşetlerde..Burası Avrupa;herseye mesafeli yaklaşmak esas :) Sağlık ve hijyen için bence son derece mantıklı ama naçizane farkettiğim mesafe ruhunuzda yarattığı.. Dünyanızda herşey ambalajlı size sunuluyor..Belki çok daha sağlıklı ama buradakiler daha az dokunan insanlar gibi geldi bana....kimbilir
YUZLERCE SECENEK
Markette yol aldikca karsiniza ayrı bir reyon çıkıyor..dünyanın birçok mutfağından hazır yemekler var..Aklınıza ne gelirse önünüzde sıralanıyor.. Fransız mutfağı;Tayland yemekleri; Çin mutfağı; çorbalar;pilavlar;püreler..Diyorum ya aklınıza ne gelirse..Uluslararası yemek zincirinde maalesef Türk yemekleri yok. Ancak marketlerde ciddi bir Yunan mutfağı hegamonyası ile karşılaşıyorsunuz. Feta peynirleri;hellim peynirleri;erken mahsul zeytinler ve musakka raflarda yer alıyor.Türk mutfağı adına tek gördüklerim üçlü meze tabakları..(Türk-Yunan ve Lübnan mezeleri diye yapmışlar) Aslında kaldığım dairenin sokağındaki küçük marketlerde Türkiyeden pekçok ürün var ;zeytin ; pirinç ; çorba ;ayçekirdeği bile var.Ancak dikkatimi çeken büyük market zincirine girilmemiş olması..Belki yemek zenginliğimizi onlara tanıtmanın bir yolu vardır..Madem hersey hazır sunuluyor; nerede bizim yatırımcılar? Yunan musakka yazan kutunun yanında ali nazik;tas kebabı ya da su böreği neden olmasın?
YEMEK KÜLTÜRÜ
Yemek kültürdür; lezzetini sohbet verir. Birilerine yemek hazırlamanın tadı başkadır.Oysa burada gördüğüm mutfaktaki süreyi en aza indirmek Çeşit çok ama nasıl pişireceğim; içine hangi baharatı alayım diye bakınan pek yok.. Turşu kuran;mantı açan da bulmak kolay değil..Çünkü yemeklerin hepsi reyonlarda.Herşey hazır..Pişirmesi için kafa yormuyor;iki dakikasını alıyor.Olmadı hemen yanda kızarmış tavuk ve pişirilmiş yemekler sıralanıyor.. Kabak ogreten ; fırında patates;fırında mantar ilgisini cekmedi mi? O zaman bir yandaki suşi reyonuna göz gezdiriyor..Ya da haşlanmış ya da ayıklanmış deniz mahsüllerine.. özetle hersey önünüze serilmiş.. Ve size en cabuk sunulanı alıp çıkıyorsunuz.Burada gördüğüm az dokunan; satılanı sorgulamayan insanlar...Ben de öyle yapıyorum.En azından şimdilik böyle..
MUTFAK İNSANI
Mutfakta az vakit geçirmek yorgun olduğumda elbette beni mutlu ediyor.. Ancak kendi pişirdiğim yemeği yemenin tadı hiçbir yerde yok..Bizlerin evlerindeki mikrofırınlar daha çok pizza ısıtmak ve mısır patlatmaktan öteye geçmiyor..Mikrofırın kültürüyle burada tanıştım diyelim.Mutfakta ne derece az vakit harcandığıa bizzat kendimden tanık oldum..Gayet güzel birkaç yemek de keşfetmedim değil. Ancak ben bir zeytinyağlı canavarı ve mutfak insanıyım bunu anladım..Biran önce kendi yemeklerimi yapmayı bekliyorum.. Şimdilik mutfakta sadece IKEA dan aldığım çaydanlık ile su ısıtıyorum :)
IKEA
Son bir not..bu arada IKEA'ya gitmeyi keşfettim. Tek metroyle gidiliyor yaklaşık 20 dakika sürüyor. Sonra da 5 dakika yürüyüş.Ve bir şaşkınlık..Tüm dünyadaki IKEA'ların içi aynıymış arkadaşlar. Çikolatalı keklerin yeri bile aynı..Bir an İstanbul'dayım sandım.Küreselleşme bu olsa gerek..Dondurulmuş yemekler ve dünyanın yeryerinde tıpatıp IKEA evleri..Mikrowave yaşamlara hoşgeldiniz..

17 Ağustos 2008 Pazar

VERVIERS-BERRIN'LERDE BIR HAFTASONU




................................................................................................................................................................................................ Bruksele geldigim gunden beri ilk kez bir haftasonunu kendime ayırdım..Bu hafta işyerinden sevgili Berrin ablasını ziyaret etmek için Belçika'ya geldi. Ben de haftasonu dogru onlara gittim. Aslında Berrin beni ilk olarak Almanya'dan aradı..!! Niye derseniz Brüksel havalimanındaki yer hizmetleri şirketi greve gidince ;bütün uçakları başka havalimanlarına yönlendirmişler. Berrin'in uçağı da Köln'e inmiş !! Halen bir Schengen ülkesinde oldugumu kavrayamıyorum şaşırıyorum. Neyse efendim ablası ve eniştesi kızı geri Belçikaya getirmek için 500 kilometre yol yapmışlar ..
BASIN İNDİRİMİ
Aslında Berrin hamile olan ablasının yeni evine taşınmasına yardım etmek amacıyla Belçikada bulunuyor.Durum böyle olup işler de yoğun olunca; haftasonu görüşmek üzere sözleştik.Burada Cuma günü resmi tatil olduğu için Perşembe gününden biletimi aldım. Hem de basın indirimli..Interneti biraz karıştırınca gazeteci indirimi diye bir madde olduğunu gördüm. Uluslararası basın kartınızı gösterirseniz Belçikanın heryerine yüzde 75 indirimli ve birinci sınıf kompartmanda gidiyorsunuz..Ben de öyle yaptım :))
VERVIERS
Şehirlerarası trenlerde bir ilginç konu da trene değil gününe bilet alıyorsunuz. Zaten burası bize kıyasla oldukça küçük bir ülke olduğu için gün içinde trenler saat boyunca belirli noktalara kalkıyor.Siz sadece trenin saatini yakalayıp oturuyorsunuz. Bu sayede Avrupa filmlerinde gar lokantasında saatlerce oturan melankolik aşıkların sonra nasıl hiçbir treni kaçırmadıklarını da anlamış olduk!!! Neyse efendim bendeniz saat 15.00 itibariyle Eupen istikametindeki trene bindim..Yolculuk bir saat 20 dakika sürdü..Verviers Liege den sonra üçüncü duraktı..Garda beni Berrin ve yeğeni Meryem karşıladı.
AILE SAADETİ
Tam 2 gün boyunca beni evlerinde misafir ettiler. Ablası Ayşe; eniştesi Yücel bey;oğulları Hüseyin;Burak ve kızları Meryem ile tanıştım.Yeni taşınacakları güzel bahçeli evlerini gördüm. Sürekli bir izzeti ikram içinde sanırım verdiğim bir iki kiloyu fazlasıyla geri aldım. Hatta ilk gün bir Türk komşularına ev gezmesine bile gittim.Dolmalar;sarmalar;su böreği;mantı .. ne zamandır yemediğim kadar yemek yedim..Ve en güzeli sevgili Berrinle hasret giderip uzuuun sohbet ettim. (Son bir hatırlatma Berrin'e: Çektiğimiz fotoğrafları unutma ki bu yazıya ekleyeyim..!!)

12 Ağustos 2008 Salı

BRUKSEL BOYLE BIR YER SANIRIM..

Az önce karşılaştığım sahne beni hem şaşırttı hem de üzerine bu yazı çıktı..Bizim meslek sanırım ilk başladığınızda sunduğu farklı ortam ve insanlarla cezbeder sizi..Normal hayatınızda pek olamayacağınız mekanlarda yanına yanaşamayacağınız isimlerle biraraya gelirsiniz..Sonra alışırsınız bu ortama..Anlarsınız ki o sahnede o meşhur simalar kadar aslında sizin de bir rolünüz vardır.Gözünüz yadırgamaz ta ki yanınıza bir stajyer falan aldığınızda onun ilk başbakanla karşılaşmasının heyecanını görene değin. Bunca yıldır onlarca devlet başkanı ve ünlü isimle aynı ortamda görev yaptık.Bu yazıyı okuyan dostlarımın gözlerinin önünden de bir çok ismin bir film şeridi gibi geçtiklerini biliyorum..Dünyanın en önemli zirvelerine tanık olduk; kimi zaman ülke gündemini altüst eden olaylara..Bir süre sonra -işim bu ,deyip yadırgamıyor insan zaten.. ta ki yaşam sizi başka bir yere savurana kadar...
GÜNDEME YÖN VERENLER
Efendim az önce işten çıkıp kaldığım daireye doğru yürürken küçük bir grupla karşılaştım. Bir elimde laptop diğerinde alışveriş torbası ağır ağır ilerledikçe gruptn birini sanki gözüm bir yerden ısırdı..Bir adım daha attığımda birden yanından geçtiğim kişiyi çok yakından tanıdığımı farkettim. Bu kişi Alexander Stubb dı..Kendisinden AGİT Dönem Başkanı olarak son 2 gündür bahsedip duruyorum..Finlandiya dışişleri bakanı olan Stubb 2 gündür Gürcistan ve Rusya Federasyonu arasında mekik dokuyup duruyor. Yarında Brükselde bu konuda olaganüstü bir toplantı var;Birliğin üyesi dışişleri bakanlarına temaslarıyla ilgili bilgi verecek..Bunları devamlı anlatıp duruyorum ama kendisiyle büronun önünde karşılaşmayı beklemiyordum ne yalan söyleyeyim..Hatta bu genç bakanı CNN 'de daha 3-4 saat önce Rusya'daki basın toplantısında izlemiştim. Biran Nasılsın Alex? bayağı yoruldun yolculuk nasıldı ?demek geldi içimden..(haha) ..
MÜTEVAZİ DİPLOMASİ
Sonra neden şaşırdığımı düşündüm ..İstanbulda onlarca zirvede dünyanın en önemli isimlerini görmüştüm ama onlarla karşılaşacağımı biliyordum ;bekliyordum..Bu seferki pek spontan oldu.Sanırım Brükselde alışmam gereken bu..Sokakta bu isimleri görmekten doğal birsey yok..Ama beni şaşırtan karşılaşmak değil bu derece protokolden uzak olmalarıydı..Otelin önünde taksi bekleyen bir gruptan farkları yoktu.Muhtemelen de bir yerden araba bekliyorlardı.Alex dünyanın gündemini belirleyen aktörlerden biri değilmişçesine kendi halinde telefonla konuşuyordu işte. Ne etrafta korumalar ne zırhlı siyah arabalar vardı...Gerçek olan tekşey;burası onların işyeri ve yarın işbaşı var.. Yanlarından alışveriş torbamla yürüyüp geçtim..

9 Ağustos 2008 Cumartesi

BIRAZ INSANLARDAN BAHSEDEYIM..

Okudugum yorumlardan anladigim kadariyla insanlar hakkinda detay istiyorsunuz.Daha heybemi fazla insanla dolduramadim arkadaşlar.Bu aralar gördüklerim sadece emlakçılar..
Gelin bari birini anlatayim..
EMLAKCI NICOLE
Nicole isimli emlakçı kadınla dün tanıştım..Sürekli hareket halinde telefonla konuşup ;elinde bir torba dolusu anahtarla gezen bir kadın..Baktığım ev merkeze yaklaşık 45 dakika mesafede olunca arabasıyla beni şehir merkezine bırakmayı teklif etti..Tamam dedim..Ancak araca girmek ne mümkün..Tek kapılı eski model bir Japon arabasında alışveriş torbaları ve eşyalardan kendime yer bulmaktan zorlandım..Zar zor sürücünün arkasında kendime bir yer açtım..Nicole kiralık başka evler de olduğunu söyledi. Aslında benim görmek istediğim de buydu..Bu sayede dün akşam ve bugün 4 tane ev görmüş oldum.Sonuç pek parlak değil ama biraz yaşamın içine girip gözlem yapmış oldum.
YAŞAMDAN KESİTLER
Nicole hafif dağınık ve tanıdığı herkesle durup konuşan bir kadındı..Ayrıca her işini iki arada bir derede halletmeye çalışan biri .Dün başka bir evi göstermeden önce durup yol üzerindeki bakkaldan portakal aldık.İhmal etmeden portakalları o araya sıkıştırdı.Ahbabı olduğu bakkala beni bile tanıttı -ayrılırken herkes bana -goodbye dedi..Çok komik geldi bana. Bu arada mahalle bakkalı ; mahalle sohbeti durumlarının burada da devam ettiğini görmek sevimli ve sıcak bir ayrıntı.Oradan çıkıp işyerime yakın ve içi onarılmış ama gayet bakımsız ve kule gibi merdivenleri olan bir apartman dairesi gösterdi.Hiç beğenmedim ama merdivenleri bahane edip kibarca teşekkür ettim.Fiyatı biraz yükseltebileceğini ama güvenli bir ev istediğimi söyledim.Bunun üzerine bugün öğlen 4 ev daha göstermek üzere sözleştik.
MARILYN MONROE ILE ZORO
Peki ne oldu? Randevuya tam 30 dakika geç geldi..Bir telaş bir koşturma halinde yine.Beni buluşma noktasından alıp sonra nereye götürdü? Kuşlar su içsin diye seramikten yapılmış bir saksı almaya.Yolda bir müşterisi için olduğunu söylemişti ama sonra unutup dükkanda kendi için aldığını söyleyiverdi.Kedileri kuşlara atlamasın diye saksıyı onlardan uzak bir köşeye koyacağını anlattı.Bu arada Marilyn Monroe ve Zoro adlı iki kedisi olduğunu ve ikincisini yolda bulduğunu da öğrenmiş oldum.İlki güzel ama kaprisli ;ikincisi simsiyah ve hareketli olduğundan bu isimleri vermiş..Bu arada hem dinliyor hem gözlem yapıyorum.Uzun ve ince olmasına rağmen 40 lı yaşlarında olduğu belli olan bu kadın bana biraz genç kalma ;sağlıklı yaşam konusuna kafayı takmış gibi geldi.niye mi?Çiğ sarmısak yemenin faydalarından ;C vitamini için portakal
yemem gerektiğinden bahsetti..Buraya kadar neyse ama ya buna ne demeli?Yolu bilmediğim için yanından giderken habire zikzak çizdiğimizi farkettim. Meğer hafif bronzlaşmak için güneşi yakalamaya çalışıyormuş!! İyi mi? Ben ise Ekim ayında olduğumu hissettiğim bu şehirde; üzerimde triko hırka ile yanımdaki askılı kadından oldukça farklı bir görüntü çizdim..
EVLER KENDİ SOKAĞINDA
neyse efendim yol üzerinde de en az 2 insan görüp yaklaşık 5 dakikalık sohbet faslı bitince ; kiralık evlerin sokağına geldik.Meğer kendi de aynı sokakta oturuyormuş..Bunları farkettikçe aslında bu sosyal yanıyla kendi işine katkı sağladığı fikrine vardım. Çünkü gösterdiği 3 ev de aynı sokakta;hatta ikisi aynı binadaydı..Bana kalırsa komşuların evlerini pazarlamak ancak ahbaplık ve sosyal ilişkilerle kazanılıyor.Biraz onu geçen seneki evsahibim Susana ya benzettim. Sürekli gülümseyerek konuşan ve sürekli maliyet hesabı yapan..Emlakçı Nicole ona benziyor mudur bilmem. Bildiğim gösterdiği evlerden biri hoşuma gitti. Giriş katında 2 oda geniş bir salonu var ve mutfağın önünde minik bir verandası .Ancak kiracı buzdolabında bütün eşyaları bırakarak tatile gitmişti .Elektrik de kesik olduğundan mutfak öyle iğrenç kokuyordu ki;dayanılmaz.Neden böyle bir şey yapmış anlamadım.Neyse Nicole en beğeneceğimi düşündüğü evi sona sakladığını söylemişti. Meğer o evin evsahibi cevap vermemiş Pazartesiye kaldı. Benim aklımda kalan soru ise hiçbir evi beğenmezsem Nicole benden yine de danışmanlık ücreti alacak mı. Bakalım göreceğiz..

7 Ağustos 2008 Perşembe

HUZUR ARARKEN HUZUR EVİ BULDUM

Herkese günaydın.. Anlatmazsam çatlarım..Bu hafta bütün akşamüstlerim ev bakarak geçiyor..Ancak burada herşey sakin herşey fazla düzenli ya;bir günde 1 ev görülüyor maalesef.. Önce emlakçıdan randevu alıyorsunuz, emlakçı ev sahibini arayip soruyor..sizin içiniz şiştikçe şişiyor..Bu sayede henüz 5 ev görebildim..Neyse efendim dün de sözleşilen adresi bulmak üzere yola çıktım.Tramvay ya da metroya atlayıp gidiyorum..Biraz erken varmışım..Zaten dışarıdan da apartman bana bir elektrik vermedi..Başladım sokak boyunca diger kiralık ilanlarına bakmaya..Karşı kaldırımda yemyeşil agaçlar içinde oldukça bakımlı siteyi görünce gözlerim parladı..Bahcedeki levhada da 1 oda kiralık yazıyordu.. Aman tanrım..yoksa müstakbel daireme dogru mu ilerliyordum..Giris kapısının otel gibi oldugunu ve resepsiyondaki kadını görünce daha da bir heveslendim..Saclari kısa kesimli 65 yaslarındaki kadın buyrun der gibi baktı..İngilizce biliyor musunuz dedim..Cok az diye yanıtladı..Hemen bahcedeki levhayı gösterip -Kiralık odayı soracaktım diye hevesle gözlerine baktım..Bana bakıp şöyle dedi..-We rent only for old people..!!
Sadece yaşlı insanlara kiralıyorlardı ..!! Allahım koskoca Brükselde onca binanın arasından bula bula huzur evi buldum kendime..Hoş huzur peşinde koşuyorum diye diye olacağı belliydi!! Nasıl güldüm.. Kahkahayı patlattım..Dedim ki -Sanırım burası için ''azıcık ''genç sayılırım..Daha sonra görüşmek üzere..Kadın da güldü tabi ..Ve emlakçımla buluşmaya gittim..Sonuç mu ?Valla huzur evi daha güzeldi,halen ev bakınıyorum..

dipnot: Meger bu binalar sadece yaşlılara satılıyor veya kiralanıyormuş.İşletmeye para ödeyerek destek aliyorlarmiş.Bu tarz evlere USA 'da asitted living deniyormus.. Sağol Melikeciğim..

3 Ağustos 2008 Pazar

ILK AKSAM DAVETI

Aslında gecen hafta gercekleşecek arkadaş buluşması Cumartesi akşamına kısmet oldu. Sevgili Ebru'nun kuzeni Bahar ile buraya geldigim günden beri mail ile haberleşiyoruz. Baharla seneler önce bir kez Canan ve Ebru'ya ziyarete gittiğimde tanışmıştım. Burada yaşıyor ve İngiliz arkadaşı Jeremy ile birlikte şehrin tam merkezinde bir evleri var.Geçen hafta beni davet etmişti ama dava sonuçlanınca gidemedim. Dün arayıp barbekü yapacaklarını söylediler ben de onlara gittim. Giderken metroda ters tarafa binince; randevuya yarım saat geç gittim..Olacak tabi bunlar ilk günlerde (hehe) Evde arkadaşları bir İngiliz çift de konuklarıydı. Benim için değişiklik ve güzel bir sohbet ortamı oldu.

OUT OF AFRICA - MATONGE







Afrika'dan cok uzakta hatırı sayılır
Afrikalı bir nüfusla karsilasmak
sasirtici..Metroda sokaklarda
yerel rengerank kıyafetleri ve bana göre bir hayli iri cüsseleri ile görüyorum onları. Dün yaşadıkları yerin kalbine ulaştım..Burası Matonge..Brüksel'deki Afrika..
PORTE DE NAMUR
Metro Louiza duragina dogru ilerlerken kompartmandaki bütün Afrikalıların Porte de Namur duraginda inmesi dikkatimi cekti..Porte de Manura doğru yürürken ;caddenin her iki yanında dünyanın en önemli magazalari sıralanıyor:Benzetmek gerekirse;Bagdat Caddesi ya da Nişantaşı gibi bir yer..Buraları ayrıca keşfetmem gerekecek..Caddede biraz salındıktan sonra hemen sagdaki sokakta bir farkli canlılık farkettim.Ciğer kokusu almış kedi misali o tarafa yöneldim.
MATONGE
Az ötede sosyetik caddedeki insanların dinginliği ile bu sokağın sakinlerinin enerjisi birbirine tezattı.Dar sokakta hatırı sayılır Afrikalı kalabalık telaşla oradan oraya ilerliyordu..sokağın herbir köşesinde cep telefonu ve kasketli genç çocuklar ; rengarenk kıyafetli kadınlar vardı..Saçlarına sardıkları renkli eşarpları ile full makyajlı olarak salınıyorlardı..Gerçekten yürürken değişik bir ahenkleri var..
KUMAŞLAR
Bu rengarenk kumaşları satan tekstil dükkanları ilgimi çekti..Bazıları promosyona girmiş dükkanlarda kumaşlar 10 avroya kadar düşmüştü . Her halinden daha kaliteli olduğu belli olan bir dükkanda ise fiyatların 60 avroya kadar çıktığını gördüm. Anladığım kadarıyla kumaşlar astarı ile birlikte satılıyor. Bence bu kumaşlardan yaz ayları için harika kıyafetler diktirilebilir.Bu konuyu bir kenara not edip sokakta ilerledim..
TAKMA SAÇLAR
Dikkatten kaçmayacak bir başka konu ise Afrikalı kadınların saç çılgınlığı oldu..Aynı sokakta neredeyse 5 tane takma saç satan dükkan var..Ben bu kadar çok takma saçı birarada görmemiştim arkadaşlar!! Upuzuuun koridor halindeki dükkanlarda yüzlerce takma saç kasap dükkanındaki etler gibi gibi duvarlarda asılı...Ayrıca kendi ten renklerine uygun tonlarda yüzlerce peruk ve bakım ürünleri satılıyor..Düz; dalgalı; renkli ve Afrika burmalı.. Ne ararsanız..Bunlar saç olayını takıntı haline getirmişler başka açıklaması yok.....Afrikalı kadınların kendilerine gösterdikleri bu ilgi çok ilgimi çekti..Coğrafya ya da ekonomik koşullar ne olursa olsun kadın heryerde kadın arkadaşlar..
dipnot : Biraz interneti karıştırınca Afrika Belçika ilişkisinin özünde maalesef sömürge tarinin yattığını farkettim. Bu konuda yazmak için biraz detaylı okumak lazım.

1 Ağustos 2008 Cuma

HAFTANIN OZETI..




........................................................................................................................................................................
Hani açık denizlerde sert dalgalar olur.. Maharet tekneyi tepetaklak olmadan o fırtınadan geçirmekte saklıdır..Yanılmıyorsam en doğrusu da teknenin burnunu dalgaya dik vurdurmaktan geçer.. Yani yandan ;arkadan darbe almaktansa bodoslama gireceksiniz mücadeleye..Aynen bu hafta benim yaptigim gibi..
YOGUN BİR TEMPO
Zor olacagini biliyordum..İktidar partisinin kapatılma davasında mahkeme sonuçlanacaktı ve Avrupa'daki yansımalarını izlemem gerekiyordu.Buraya gelip hic tanımadığım bir iş ortamına girdikten 1 hafta sonra bununla karşılaşmak elbette beni yordu..Mümkün olduğunca sakin olup ne yapabileceğime karar verdim..Ağustos ayı burada tatil ayı olduğu için kime e-mail atsam tatilde çıktı..Konuştuğum herkes birilerini bulmamın neredeyse imkansız olduğunu söyleyip durdu bana..Ancak yılmadım..Israrla denedim..Ve son gün telefonda Komisyondan bir üyeye ulaştım..Ekranda konuşamam -bakalım önümüzdeki günlerde ne yapabiliriz? falan derken 1 saat sonra dava sonuçlanmasın mı? tekrar aradım adamı..Ve isim vermemek şartıyla ilk yorumumu aldım !! Hemen haberlere telefon bağlantısı yaptık..Özetle bir kez daha düşündüm yaşam hergün yeni sınavlar sunuyor ve sanırım dalgaları aşmak için üzerinden atlamak gerekiyor..
RANDEVULAR
Bu günlüğe yazmadığım son 1 hafta içinde neredeyse hergün kendimi tanıştırmak için randevular aldım..Önce Büyükelçiliğe gittim..Daha sonra TÜSİAD'a ertesi gün NATO'ya..Bütün bu yoğunluk içinde bunu yapmayı önemsedim.Geldiğimi bilsinler tanısınlar istedim.Bunun için en doğrusu da yüzyüze görüşmekten geçiyor.Tek pürüz bu kadar yoğun bir haftaya denk gelmesi oldu ,biraz fazla koşturdum ama olsun.
UNISEX KUAFÖR
Gündem yoğun olunca bu hafta ilk televizyon bağlantısını da yapmış oldum. Tüm bunları tahmin ettiğim için büronun bir üst katındaki televizyon şirketi yetkililerine kendimi tanıtıp önümüzdeki günlerde yayın olabilir demiştim.Neyse sabah arayıp Günün Konusu için bağlantı istediler. Bu kez önümde küçük ama önemli bir konu vardı Kuaför..İstanbuldaki canim dostlarımın aldığı saç düzleştirici odada kalmıştı..Hemen büronun karşısındaki kuaföre girdim..İngilizce bilmeyen hafif tıknaz hafif huysuz sahibi karşıladı beni..Ne öğrendim?? Meğer burada kuaförler de randevulu arkadaşlar!! .. Ağlarsınız.. Neyse bana 45 dakika sonraya randevu verdiler..Adam İngilizce bilmiyordu (meğer İspanyolmuş onu da ben o zaman anlayamadım) içeride saçını kestiren bir bay tercümede bize yardımcı oldu...Evet?? Burada kuaförler unisex... Bir tarafta erkekler karşıda bayanlar saçlarını yaptırıyor. İlk kez gördüm ben de ..Efendim bu bakımlı Kerastese ürünleri kullanan kuaförde saç yıkama ve föne 31 avro aldilar.. Gerisini siz düşünün.. Ya da hemen koşup saçınıza fön çektirin..
EMLAKCİ
Belki inanmayacaksınız ama yine bu hafta içinde 2 kez ev bakmaya da gittim..Diyorum ya Speedy Gonzales bende hayat buldu!! Burada ev bakmak bir ayrı mesai arkadaşlar.. Herşey randevulu.Siz emlakçıyı arıyorsunuz o evsahibini. Öyle geçiyordum bir bakayım tarzı bir yaklaşım yok.Aslında şimdi yazarken düşünüyorum belki bu derece planlı olduğu için vakit buluyor insan.Özetle semtleri daha yeni tanıyorum.Bir karar vermek için biraz daha bakmak lazım.Önemsediğim nokta ulaşım rahatlığı ve semtin güvenliği..Bakalım umarım Ağustos ayında uygun bir yer bulurum..Ev bulmam lazım ev...